(10)
dînîyi şübhe etmeyerek cezmen tasdîk etdikçe kendisindeki imân-ı tafsîli tezâyüd eder.
İmdi imân-ı icmâli kâbîl-i ziyâde ve noksan değilse de imân-ı tafsîli ziyâde ve noksan kabûl etmekdedir.
(MES’ELE-2-)
Zârûriyyât-ı Dîniyye:
Hazeret-i Peygamber-i Zişân’ın teblîğ buyurmuş olduğu bizzarûre ve sûret-i kat’iyyede ma’lûm olan hüküm ve haberlerden ibâretdir.
Bu ma’lûmiyyet bizzât kendisinden işitmekle olduğu gibi tevatûren nakil sûretiyle de olur.
Mesâhif-i Şerîfede yazılan elfâz-ı Kur’aniyye’nin bilâ ziyâde velâ noksan Kelâm-ı İlâhî olması tevatûren menkûl olub tamâmen tasdîk olunmak lâzım olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’in kat’iyyen ve sarîhan delâlet ettiği bütün hükümlerin dahî tasdîk olunması lâzımdır.
(11)
Haşr-ı cismânî ve ahvâl-i ahiretin hak ve savm ve salâtın farz ve şürb-i hamr ve sirkatin haram olması gibi. Ahkâm-ı dîniyyeden olduğunu kat’iyyen haber aldıktan sonra bunların birinde şek eden kimse bilâ şübhe kâfir olur.
[Ammâ ictihâd ile Kur’ân-ı Kerîm’den istinbât olunan ve bitarîk’ıl-âhâd Hazret-i Peygamber’den menkûl olan hüküm ve haberler zârûriyyât-ı diniyyede dâhil olmadıkları cihetle böyle bir şey’in sübûtunda şek etmek îmâna zarar vermez.
Fakat nâkiller mevsûk kimseler olunca kabûl etmemek ism ve ma’siyet sayılır. Çünki haber-i vâhid yâkîn vermezse de zan ifâde eder.
Hattâ ba’zen zevâli kabûl etmeyecek mertebede cezm husule getirir.
Elhasıl bir hadîs-i sahîh ile sâbit olan hükmü kabûl etmeyen kimse, eğer o hadîsin sübûtunda iştibâhından nâşi kabul etmiyorsa günahkâr olub, kâfir olmaz.
Lâkin Hazret-i Peygamber’den sâbit olduğunu i’tirafla berâber kabûl etmeyecek olursa kâfir olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder