(12)
Meselâ bir ma’siyeti istihlâl eden kimse eğer o ma’siyet delîl-i kat’î ile sâbit ise kâfir olur. Çünki zarûriyyât-ı diniyyeyi tamâmen tasdîk etmemiş olur.
Ve eğer bir âyet-i kerîmeden istinbât sûretiyle veya bir hadîs-i sahîh delâletiyle sâbit ise, ol vakit müevvel addolunarak ikfâr edilmez.
Takdîr-i evvele göre te’vîl delâlet-i zannîyeyi teslîm etmemek, takdîr-i sânîye göre te’vil, hadîs-i şerîfin Hazret-i Peygamber’den sudûrunu kabûl etmemekden ibârettir.
(MES’ELE -3- )
Farz olan imân-ı şer’i, ilim ve ma’rifet kabîlinden ve tasdîk-i mantıkî nev’indendir. Fakat tasdîk-i mantıkîde, i’tikâd-ı zannî dahî dahîldir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Hazretlerinin teblîğ buyurmuş olduğu ahkâm-ı diniyyeye tallûk eden tasdîkin îmân-ı şer’î olması ise, cezm ve yakîn derecesine vüsûl ile mukayyeddir. Zan tarîkıyla olması kifâyet etmez.
Cezm ve yakîn derecesine vâsıl olan tasdîkın,
(13)
imân-ı sahîh ve azâb-ı uhrevîden müncî olması da üç şart ile meşrûtdur.
Birincisi: Bu cezm ve yakînin, hâl-i be’sden, muâyene-i azâb vukûundan evvel iktisâb olunmasıdır.
[Çünki hâlet-i mezkûrede imânın nâfi’ olmadığı
( فلم یك ینفعهم ایمانهم لما رأوابأسنا ) nass-ı celîli ile sabitdir.]
İkincisi: Risâlet-i Muhammediye’yi ve zarûriyyât-ı diniyyeden hiçbir şey’i lisânla inkâr etmemek ve emârât-ı tekzîbden bir şey’i[1] bi’l-ihtiyâr işlememekdir.
[1] Puta tapmak, zünnâr bağlamak, vesâir nâsın merâsim-i diniyelerine iştirâk etmek gibi ilerde beyân olunacak bir takım şeylerdir ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz Hazretlerini tasdîk eden kimse, kendi ihtiyârıyla bunların birini işleyemez. Ama cebr ve ikrâh vukûuna binâen işleyen kimse kalbi imân ile mutmain olduğu ve şerâit-ı lâzıme bulunduğu halde işlemiş olursa imânına halel getirmiş olmaz
( الامن اكره و قلبه مطمئن بالایمان )nazm-ı celîliyle ikrâh sahîh ve mu’teber, vukûunda kerhen kelime-i küfrü telâffuz etmek ve böyle bir işi işlemek husûsuna ruhsat-ı şer’iyye verilmişdir.
Fakat sebât edib de katl olunan kimse şehîd ve me’cûr olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder