imân ve tasdîkine mugâyir bir söz söylese bilittifâk ma’zûr görülür.
İkrârın, rükn-i îmân olmasına zâhib olan ulemâ, makâm-ı istidlâlde diyorlar ki, îmân bilittifâk tasdîk’den ibârettir. Tâsdik ise, iz’ân-ı kalbîye ıtlâk olunduğu gibi ikrâr-ı lisânîye de ıtlâk olunur. Binâenaleyh her birisi rükn-i îmân olmak lâzım gelir. İhtiyât dahî bunu iktizâ eder.
Fakat Sahîhayn’da mervî olan
)امرت ان اقاتل النـاس حتى يقولو الا اله الا اللّه فاذا قالو ها عصموا منى دماﺀ هم و اموالهم الابحقها(
Hadîs-i Şerîfi, ikrâr ve şehâdetin necât-ı uhrevîye ihrâzına değil, belki ismet-i dem ve mâl gibi ahkâm-ı islâmiyye icrâsının şart olduğuna delâlet etmekdedir.]
(MES’ELE -6- )
Ba’zı zevât ikrârdan başka a’mâli de imânda dâhil kılarlar. Bu idhâl iki sûretle olur.
Birinci sûret: -A’mâl-i hakîkat îmândan cüz’ i’tibâr etmekdir ki bu sûretde ferâizden bir şey’i terk eden yâhud maâsîden birini irtikâb eyleyen kimse dâire-i îmândan hâric olmak lâzım gelir.
[C1] Bu ise nusûs-ı kat’îye ye muhâlif olmağla bâtıldır. Ehl-i Sünnet’den hiçbir kimse buna kâil olmamışdır.
[Zîrâ ( اُولٰئِكَ كَتَبَ فِى قُلُوبِهِمُ الْاِيمَانَ )[i], ( وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْاِيمَانِ )[ii] gibi nusûs-ı Şer’îyye îmânın yalnız kalble kâim bir sıfat-ı nefsâniyye olmasına delâlet etmekdedir.
Kezâlik ( اِنَّ الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ )[iii] gibi pek çok âyât-ı Kur’âniyye’de amel-i sâlih îmâna atf edilmiş ve bir takım âyât-ı celîlede de irtikâb-ı ma’sıyet etmiş olan kimselere mü’min ıtlâk buyrulmuşdur.
İşte bu delâil-i Şer’iyye ile îmân yalnız tasdîkden ibâret olub lisân ile a’zâ-yı sâireden sudûr edecek amellerin cüz’-i îmân olmadıkları sâbit olur].
Binâenaleyh ikrârı terk eden kimse gibi mahz-ı tekâsül eseri olarak ferâizi terk eden veyâ hevâ-yı nefsânîye mütâbaatla maâsî irtikâb eyleyen kimse de kâfir olmaz belki mü’min-i fâsık add olunur.
Böyle kimselere tevbe etmek lâzım gelir eğer îmânlarını muhâfaza etdikleri hâlde tevbesiz vefât [C2] [i] Sûre-i Mücâdele 22. âyet
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا اٰبَاءَهُمْ اَوْ اَبْنَاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَشِيرَتَهُمْ اُولٰئِكَ كَتَبَ فِى قُلُوبِهِمُ الْاِيمَانَ وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ اُولٰئِكَ حِزْبُ اللّٰهِ اَلَا اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
[Allah'a ve ahiret gününe imân eden hiçbir kavmi bulamazsın ki, Allah'a ve Resûlüne muhalefet eder kimseleri sevsinler. Velev ki babaları veya oğulları veya kardeşleri veya kabileleri olsunlar. Onlar o zâtlardır ki, (Allah) Onların kalblerinde imân yazmıştır. Ve onları kendisinden bir ruh ile teyid etmiştir ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir. Oralarda ebedîyyen kalıcılardır. Allah onlardan razı olmuştur, (onlar da) O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Agâh olunuz ki, muhakkak Allah fırkasıdır, onlardır necâta ermiş olanlar. ]
[ii] Sûre-i Nahl 106. âyet
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ اِيمَانِهِ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْاِيمَانِ وَلٰـكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
[Kalbi imân ile mutmain olduğu halde icbar edilen müstesna, velâkin her kim imânından sonra Allah Teâlâ'yı inkâr eder de küfre sine açarsa işte onların üzerine Allah'tan bir gazap vardır ve onlar için pek büyük bir azap da vardır.]
[iii] Sûre-i Burûc 11. âyet
اِنَّ الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ
[Şüphe yok ki, imân etmiş ve sâlih sâlih amellerde bulunmuş kimseler için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Bu ise pek büyük bir kurtuluştur.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder